25 Eylül 2015 Cuma

Vazgeçilen


VAZGEÇİLEN


Bilgin Durmaz, 18 yaşındaki yeğenim 24 yıl önce tek sayı çıkardığım Layka adlı derginin kapağının ve benim şiirimin bulunduğu sayfanın fotoğrafını gönderdi WhatsApp üzerinden dün. Güzel bir bayram armağanı oldu benim için. 

Dergiyi unutmuş olmam ne mümkün; cep harçlığıyla ancak tek sayı çıkarılmıştı. Gerçi logonun altındaki "antiperiyodik akşamüstleri çıkar" ibaresine bakılırsa her an bir akşamüstü bir yerlerde yeniden görülebilir! O yokluk içindeki heyecan dün gibi aklımda. Şiiri de unutmuş değilim. Dergide yayımlanışından dört yıl sonra İpteki Kareler (Öteki Yayınevi, Ankara 1995) adlı kitabıma girmişti.

Öte yandan şiiri dergide okuyunca bir şeylerin yolunda olmadığını fark ettim. Kitaba girerken adını ve bir dizesini kaybetmişti.

Layka'da "Yokyüzünüz" adıyla yayımlanan şiir, kitapta "Kırmızı Kareler" bölümünün XIV ile XX başlıkları altında bir dize eksikle yer almış.

İşte vazgeçilen o dizenin bulunduğu bölüm:
"sırlanmış camın yaydığı kokusizin o çocuk gözlerinizde bitmeyen uykukırılan aynalarda yendiğiniz korku: imgenizyüzünüz: hırçın. ivecen. kırılganimgesini yitirmiş sozcüklerin yağmaladığı"Bu bölümün üçüncü dizesi kitapta yer almıyor: 

"sırlanmış camın yaydığı koku
sizin o çocuk gözlerinizde bitmeyen uyku
yüzünüz: hırçın. ivecen. kırılgan
imgesini yitirmiş sozcüklerin yağmaladığı"

Bugünden baktığımda bu dizeden niye vazgeçtiğimi anımsamıyorum tabii. Öte yandan, "imge" sözcüğünün peşi peşine tekrarının bir kakışım (kakofoni) oluşturduğu ortada. Bu bile tek başına bu dizeden vazgeçme nedeni olabilir. Vazgeçilen dizenin bütününün "ayna" imgesini fazlasıyla açık etmesi de şiirden düşmesinde etkili olmuştur sanırım. Bu tip eksiltmeler benim şiirimde sık rastlanan bir durum.

İpteki Kareler, Romen rakamlarıyla başlıklandırılmış XXXVI uzunlu kısalı şiirden oluşuyor. Kimi iki satır, kimiyse düzyazı paragrafı görünümlü. Bu "nehir şiir" ayrıca dört bölüm başlığıyla bölünüyor. Sırasıyla "Sarı Kareler", "Kırmızı Kareler", "Mavi Kareler", "Siyah Kareler". 

Not: Derginin künyesinde "Yayına Hazırlayanlar" olarak İbrahim Baştuğ, Onat Kutluğ, Sabahattin Umutlu, Sadık Battal adları geçiyor.



4 Ağustos 2015 Salı

Bir Karalama Üç Baskı


BİR ŞİİRİN ÜÇ BASKISI VE İLK KARALAMASI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER


Bugün Facebook'ta bir paylaşımımda Hilmi Yavuz'un birkaç dizesini kullanacaktım. Tahrif etmemek için kütüphanemdeki, şiirin bulunduğu Bedreddin Üzerine Şiirler'in 1988 tarihli baskısına (ilk baskısı 1975) baktım. İyi ki de bakmışım. Zira iki sözcüğü değiştirmişim. Ustaya az kalsın "şarabın" vergisini verdirip "tütünün" haracını ödettirmekle kalmayıp kendimi de sanal dostlara rezil ü rüsva edecektim...

Bu çalışkanlığımın -ağustos sıcağında derya lebinde bir duldaya uzanıp etrafı temaşa etmek varken şiirin doğru yazımı için kütüphane tozu yutmak az şey değil- ödülünü fazlasıyla aldım. Ama hafızai beşerin nisyan ile malul olduğu sözünün yürürlükte olduğu da bir kez daha anlaşıldı.

Ödülüm büyüktü. Aşağıda fotoğrafını göreceğiniz Bedreddin Üzerine Şiirler'in iç kapak sayfasında, el yazımla yazdığım bir şiirimi buldum. Üstelik imzalamakla kalmayıp günü, ayı ve yılı belli olacak biçimde tarih düşmüşüm. Oysa hafızam beni yanıltmıyorsa dergilerde ya da kitaplarımda, altında tarih bulunan şiir yayımlamadım. Çünkü şiire çalışanlardanım ben. Kimileyin bir oturuşta uzunca bir şiirin belkemiğini çıkardığım olmuştur ama tezgâhta epey dönüşüme uğrar yine de. Tezgâh dediysem yanlış anlaşılmasın; yazmak için özel koşullar arayanlardan değilim. Her an, her yerde şiir için notlar alır, eskiz yapabilirim. Öğrenciyken derste de not aldım, çalışırken toplantıda da, içki masasında da, otobüste de... Örneğin Kavis adlı, ara başlıkları olsa da tek bir şiir sayılabilecek kitap 20 yıldan fazla kaldı tezgâhta.

Dönelim bugün bulduğum el yazısı ve tarihle imza barındıran karalamaya: İlk baskısı Temmuz 1989'da yapılan ilk kitabım Çalınmış Kuyuları Babil'in'e girmeden hemen önce yazıldığı anlaşılıyor. İlk karalama 5 Temmuz 1989 günü yapıldığına göre, kitabın basımının da en az bir hafta sürdüğünü varsayarsak, yazıldıktan en çok iki hafta sonra kitaba girmiş ama bu kısa sürede bile epey değişime uğramış.

İlk kitabımın üç ayrı basımında, bu şiirin bulunduğu sayfaların aşağıdaki fotoğraflarını inceleyenler görecektir ki her baskı arasında kimi farklar var. Ama bunlar biçimsel nitelikte. İkinci baskıda yazım kurallarına uyum için gereksiz sözcük birleştirmelerinden, üçüncü baskıda bununla birlikte büyük harf kullanmama tutumundan vazgeçmişim.

Şiire çalışma meselesini bir sohbetimizde sevgili Metin Altıok'a sormuştum. Malum, "Hesap İşi Şiirler"inden hareketle. "Bazı şiirleri ben yazıyorum, bazı şiirler kendilerini yazdırıyor" cümlesiyle özetlenebilecek bir değerlendirmede bulunmuştu. "Kendini yazdıran" şiirlerde bile bir ölçüde şair payı bulunduğunun da altını çizmişti.

Bugün doğumunun (4 Ağustos 1927) 88. yılında saygıyla andığımız Turgut Uyar “Şiirin bir zanaat işi olduğu anlaşılmalıdır artık” diyor. Buna katılıyorum. Öte yandan bütün bu yazdıklarımı, aklım sağ olsun masa başı mesaisiyle, bir mühendis titizliğiyle ölçüp biçip, kırpıp yapıştırıp, törpüleyip tesviyeleyip ben kendim yazdım mı demek istiyorum? Yok efendim, yok öyle bir şey; tezgâhtaki itiş kakışın ne çetin geçtini bilenler bilir. 


Bedreddin Üzerine Şiirler'in 1988 tarihli 4. baskısının iç kapağı...
Çalınmış Kuyuları Babil'in'in ilk baskısında (Dönem Yayınevi, Ankara 1989) "Illusion" başlıklı şiir.

Çalınmış Kuyuları Babil'in'in ikinci baskısında (Öteki Yayınevi, Ankara 1997) "Illusion" başlıklı şiir.


Çalınmış Kuyuları Babil'in'in üçüncü baskısında (Tekin Yayınevi, İstanbul 2014) "Illusion" başlıklı şiir.

31 Mayıs 2015 Pazar

Gezi Prometheus

FOTOĞRAF: İBRAHİM BAŞTUĞ


Gezi ruhu iki yaşında! 
Gezi'nin en önemli ilk iki yönü; dayatılan inanç toplumuna karşı çıkması ve şiddetsizliği! Gezi sağlıkçısı, hukukçusu, öğretmeni, işçisi vb. ile sivil kamunun, kutsal bürokrasiye itirazıdır!

Deneyimler gösteriyor ki bebekler dünyaya geldikten sonraki ilk yıllarını hayvanların arasında geçirdiğinde onların davranışlarını taklit ediyor; konuşmayı öğrenemediği için insanlığın düşünsel evriminin bütün kazanımlarından yoksun kalıyor.

Düşünce tarihçisine göre insan önceleri doğadaki canlı cansız her şeyi kendisi gibi sandı-ona ruh atfetti. Şamanlık ve büyücülüğün belirlediği bu toplumsal dönem insanlık tarihinin yüzde 98’lik dilimine denk düşüyor. İnsan zihninin sözcüğü bir gösteren olarak algılaması ise çok yeni-belki bitmemiş bir süreç! Eski Yunan’da ilk doğa filozoflarının gözlemlerine kadar “hava” dediğinizde de “su” dediğinizde de bir Tanrı’nın, Tanrıça’nın değilse bir perinin ya da titanın adını söylemiş oluyordunuz! Sözün de çizginin de bir tılsımı vardı! Modern kavramlar her ne kadar inançsal içerikten soyunmuş görünse de insan zihninin coğrafyası çok değişmiş sayılmaz.

Sömürü düzeni ucuz emeğin sürdürülebilirliği ve kolay yönetilirlik için bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de kitlelerin dini inançlarını, etnik aidiyetlerini, hatta cinsel kabullerini sömürüyor. İnsanlık uzun tarihsel süreçler ve büyük mücadelelerle ulaşılan düşünce toplumundan inanç toplumuna evrilmek isteniyor. Gündelik yaşamda aklın ve hukukun ilkeleri yerine inancın ilkelerini hâkim kılmayı deniyorlar.

Toplumsal belleğimizin köşe taşlarından Gezi Direnişi'nin en önemli boyutu hızla dönüştürülmek istenen hayatın; kavramsal alanla yaşamsal alanın hercümerç olduğu süreçte “üç beş ağaç”ıyla beklenmeyen bir anlamsal sıçrayışa neden olması.

Şu da var; hayvanlar acıyla korkutularak, besinle ödüllendirilerek terbiye ediliyorlar. Gezi aklının ürünü "Polis simit sat onurlu yaşa" sloganından da anlaşılacağı gibi Gezi isyanı, işsiz kalma korkusuyla toplumun üzerine salınan paralı güçlerle bastırılamayacaktır. Korku çıtası 2013 Haziran'nda birçok kez aşıldı.

Gezi gençliğinin buyurgan muktedirler karşısındaki pervasızlığı, mitolojik dönemden kalma bir kavrayışı, Tanrıların düzenine karşı durma cesaretini gösteren Prometheus’u anımsatmıyor mu? (İbrahim Baştuğ)

6 Nisan 2015 Pazartesi

Söyleşi


GİT. AMA NEREYE!



SÖYLEŞİ: SABAHATTİN UMUTLU (Aydınlık Kitap , 20 Mart 2015)
aydinlik_soylesi_500İlk şiir kitabı “Çalınmış Kuyuları Babil’in 1989 yılında yayımlanan İbrahim Baştuğ’un yedinci şiir kitabı “Git” geçtiğimiz günlerde Tekin Yayınevi’nden çıktı. Kitaba adını veren “Git” adlı şiirin yanı sıra kendi şiirsel serüveninin ipuçlarını da içeren “İbrahim” adlı uzun, otobiyografik şiirin de yer aldığı “Git” üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
İlk kitabın “Çalınmış Kuyuları Babil’in” de dahil olmak üzere sonraki kitaplarında, şiirde geleneğin biçimsel imkânlarından sonuna kadar faydalanan ancak yer yer de gelenekle hesaplaşan, geleneği dönüştüren, bozguna uğratan, kendine özgü deneysellikler içeren “İbrahim Baştuğ şiiri” diyebileceğimiz bir poetika oluşturduğunu görmekteyiz. Şiirsel serüvenin de dahil olmak üzere Türkiye’de şiirin gelenek ile ilişkilenmesi hakkında neler söylemek istersin?
Yazının öteki dallarıyla; roman, öykü, tiyatro vb. karşılaştırıldığında şiir, şiirimiz yüzyıllar öncesine dayanan bir geçmişe sahip. Gelenek denince ilk akla gelen bu uzun geçmiş oluyor. Kabaca Divan ve Halk Edebiyatı olarak ikiye ayrılıyor. Saz Şiiri, Tekke Şiiri gibi arayolları var. Yüzyıllar içinde birbirine karışan, birbiriyle alışverişi olan karmaşık bir süreç! Düzyazıyla her ne kadar 1800’lü yıllarda tanıştıysak da Halk Edebiyatı içinde cenk ve aşk konulu halk hikâyeleri, Divan içinde mesnevi vardı. Bunlar açıktan açığa tahkiyedir, yani öyküleme. Ama “gelenek” bununla sınırlı değildir bana göre. Batılı anlayışla biçimlenen modern şiirimiz de geleneğin yadsınamaz bir parçasıdır. Gelenek belki şiire başlarken bir olanak ama kendi şiirini kurarken de bir tuzaktır; dikkatli olmak gerekir!
Kitabın ilk şiiri “Yalınaşk” üç dizeden oluşuyor:“İki sesin çınlaması iki gövdearasındaki karanlıkta. Tenin dolanmacesareti ötekinin uçurumunda”

Şiirden de anlaşılacağı üzere buradaki iki beden ya da senin deyiminle “iki gövde” arasında gerçekleşen biri ve öteki ilişkisinde kendini ve kendi kimliğini ötekine dayatan dışlayıcı, ötekileştirici bir tavır görmüyoruz. Ancak Ingeborg Bachmann’a göre de “faşizm iki insan arasında başlar”… Birinin varlığı ötekinin uçurumu olan iki insan arasında mı desek… Kendi şiir poetikanı da göz önünde bulundurarak şiirin özneleri, aşk, beden ve iktidar bağlamında bu konuyu biraz açabilir misin?
Ingeborg Bachman’ın o tespiti ilkgençlik yıllarımda çok etkilemişti beni; yaşım ilerledikçe doğruluğuna daha çok inandım. İktidar olgusunun en yalın tanımıdır. Teorik açıdan iki kişinin ilişkisinde iki özne bulunması gerekir değil mi? Ama pratikte öznelerden biri ötekini ilişiği kabul ediyor. Bu çeşitli kılıflar uydurularak çarpıtılıyor ama her ilişkideki gövde sayısı kadar özne vardır. Gerisi hak ihlalidir. Gökhan Cengizhan ilk şiirlerimden itibaren benim “cinsiyetsiz” bir şiirim olduğu tespitini yapmıştı. Gövdeyi öznenin egemenlik coğrafyası olarak değerlendiriyorum.

Hayyamvari Bir Rubai Şairi Değilim
Kitaba adını veren “Git” şiirine dönecek olursak ki bence İbrahim Baştuğ şiiri ve poetikasının tüm karakteristik özelliklerini taşıyan ve yüz yıl sonra da okunabilecek bir kült şiir. “Git” şiirindeki tematik bağ ve söyleyiş tarzın, tekniğin “Çalınmış Kuyuları Babil’in”e götürdü beni. “Git” şiirinin ve aynı adlı kitabının “Çalınmış Kuyuları Babil’in”e bir selam, bir dönüş olduğunu söyleyebilir miyiz? Tüm şiir kitaplarını da içeren bir değerlendirmeyle…
ibrahiim_bastug_gitTeşekkür ederim yorumun için, umarım öyle olur. “Git” bir fanzinde yayımlandıktan neredeyse on beş yıl sonra bu kitaba girdi. Buradaki kimi şiirler de yirmi yıl önce yazıldı. Bir kısmı “Kavis” yayımlandığında vardı ama kitap bütünlüğüne giremedi. “Git”teki şiirlerin birkaç tanesi 1994’te, 1995’te dergilerde çıkmıştı. Kimini yeniden çalışıp uzattım. Öte yandan “Çalınmış Kuyuları Babil’in” (ÇKB) bir ilk kitap değildir aslında. “ÇKB” yayımlanırken vazgeçtiğim, yırtıp attığım çok şiir var. İyi ki de öyle yapmışım diyorum şimdi. “Kavis” benim şiirimin ana yatağıdır. “ÇKB” ile “Kavis” arasında Hilmi Yavuz’un editörlüğünde Can Yayınevi’nden yayımlanması ve Cemal Süreya Ödülü’nü almasıyla öne çıkan “Köz” ve ikizi “Kül”le tanındım daha çok ama ben Hayyamvari bir rubai şairi değilim. Bu iki kitapla ilgili söyleşilerde de belirttiğim gibi Divan ve Halk Şiiri geleneğiyle modern şiirin harmanlanması girişimiydi o dörtlükler. Bir tür “hesaplaşma” da diyebiliriz. Bu ikiz kitaplardaki hava “Git”ten yedi ay önce yayımlanan “Üç Artı Sonsuz”daki üçlüklerde sürdü. Tespitine katılıyorum; “Git” şiirimin ana yatağına bir geri dönüştür.
Kitapta yer alan kendi şiirsel serüveninin, poetikanın ipuçlarını da içeren “İbrahim”e gelirsek; bu şiiri, otobiyografik özelliklerinin yanı sıra hem kendi kendine hem de edebiyat ortamına yaptığın bir otopsi olarak görebilir miyiz?
Neden olmasın! Otokratik ve gün günü depresifleşen, benci(l)leşen bir siyasal iktidarın; oydaşı toplumun (belki yükselen yeni orta sınıfın) ve ona ilişmekte beis görmeyen şuaranın kritiği de diyebiliriz. Her ne kadar “dışarıdan/taşradan” yazıyormuş edasını takındıysam da bir iç çerinin sur kapılarını içeriden dinamitleme girişimidir “İbrahim”… Söylemedikleriyle tartışılması gereken bir şiirdir. Bu hem özne açısından böyledir; bir kendini kurmak için yıkma girişimi…

Bir Şair İçin Tek Ödül Bilirim Ben
Şiir Odası dergisinde 15 yıl önce, 2000 yılı aralık ayında yapılan bir söyleşide “Şiir artık ödünç aldığı her şeyi iade etmeli, her türlü gündem tutma politikasının yedeğinde iktidara oynamaktan vazgeçmeli, kendi hayat alanına geri çekilmeli. Yoksa muhalefet yapamayacak kadar borçlanacak iktidar ilişkilerine” diyorsun. Dünden bugüne, bugünden düne baktığımızda edebiyat ortamına, şaire, şiire bir projeksiyon yaptığımızda edebiyatta kanonlar, jüriler, milyarlık ödüller, toplumun her alanına yayılan muhafazakârlaşmanın şiire etkisi; edebiyatçının, şairin iktidarla liyakat ilişkisi bağlamında neler söylersin? Nereye gidiyoruz? Şiir nereye?
Aynı cümlenin altına bugün de imzamı atarım. En iktidar karşıtı eğilimler bile iktidarının ikinci günü muhafazakârlaşır önermesinin haklılığından ürküyorum yaşım ilerledikçe. Bağımsızlığından vazgeçmiş, bir ideolojinin yedeğine girmiş şiir ölü bir edebiyat üretir. Lafazanlıktır. Al gülüm ver gülüm ödüller; parayla basılan kitaplar, gazetelerin kitap eklerinde yayınevi çıkışlı ve reklama endeksli tanıtım yazılarıyla bir kurulu düzen fena yerleşti. Fena! Ama yozlaşma ödül tutarının artmasıyla değil; adını duyurmuş şairlerimizin, kasaba belediyelerinin verdiği plaketlerin koleksiyonerliğine merak sarmasıyla başladı bence. Bir şair için tek ödül bilirim ben; kitabının basılması, şiirinin tedavüle girmesi. Toplumu kuşatan muhafazakârlaşma ise tepeden inme değil, olanın görünür kılınması hali bence. Şiirde ve sanatın öteki alanlarında ürününü vermiş bir ideolojinin iktidar haline maruz kalıyoruz. Bununla birlikte İslamcı şiirin okurunun da çok fazla olduğu söylenemez!
Son olarak “Git” diyorsun ya, ve fakat nereye?
Tabii ki öznene! Kendini aramaya. Bulmaya. Var etmeye. Kurmaya. Kurgulamaya… “Gitmesen ölü bir balık olarak kıyıya vuracaksın”… Ama “Peşinen kayalara oturacak biliyorsun teknen gitsen”…

10 Mart 2015 Salı

Git



Git. En fazla hırçın kayalarda parçalanır teknen
kalbimdeki fener söner. Ah şairdir bütün fenerciler
Kaza süsü verilmiş bir intiharla içine çeker
fitilin ucundaki alevi, tedavülden kalkmış
bütün eski fenerler

Git. Biliyorum her aşk uzadıkça boğucudur
Alışkanlığın tene ağ attığı
bir açık deniz sayıklaması olunca sevişme
esriticidir sislerin ardından seslenen Sirenler

Peşinen kayalara oturacak biliyorsun teknen gitsen
gitmesen ölü bir balık olarak kıyıya vuracaksın


Yeniden


ÜÇÜNCÜ BASKI
İlk iki kitabın üçüncü baskıları Mayıs 2014'te Tekin Yayınevi'nden çıktı. Üç Artı Sonsuz adlı yeni kitapla aynı anda yayımlandılar. Bu üç kitabın arka kapaklarında şu değerlendirmeler yer aldı:

"Günümüz şiirinin geleneksel şiir kültürümüzden ve genel olarak şiir kültüründen büyük ölçüde uzaklaştığı, okurun şiire gitgide yabancılaştığı, söz sanatlarının en çetin ve karmaşığı olan şiir sanatının neredeyse bir çırpıda ve zahmetsizce yapılabilen bir oyun olarak görülmeye başlandığı bir dönemde İbrahim Baştuğ özellikle geleneksel şiirimizin ses, kurgu, mecaz öğelerinden, öykünmeci olmaksızın başarıyla yararlanıyor. Bizden sonraki kuşaklardan, bazı şiirleri en sevdiğim şiirler arasında yer alan bir şairimizdir." 
Ataol Behramoğlu

"Şiiri bir 'dağlama' işlemi ile bedenine yazan bir şair İbrahim Baştuğ. Ve soruyor: 'Kimdi önce yıkan bedenini kalesini?' Bu dizedeki 'yıkan'ı, 'yakan' diye okumak gerek..." 
Hilmi Yavuz

"İbrahim Baştuğ geleneksel Türk şiirinden yararlanmakla birlikte, imgelemi geniş bir söylem ve karmaşık bir dil kullanıyor." 
Kemal Sılay

"Baştuğ'un kendine özgü şiir dili, sözdizimi, kendine özgü buluşları var. Kısır kodlamalarla, ortak duyarlıkla, yavan bir dille üretilen şiir arketiplerine de yabancı bir duyarlık Baştuğ'unki..." 
Gökhan Cengizhan 

Sonsuza Açılan Üçlükler



Ağırlıklı olarak üçlüklerden oluşan kitapta 12 tane de uzun şiir bulunuyor. Cemal Süreya Şiir Ödülü 'nü 2001 yılında Köz adlı kitabıyla alan Baştuğ için Hilmi Yavuz “Şiiri bir tür dağlama işlemiyle bedenine kazıyan bir şair” demişti. Ataol Behramoğlu ise onu şöyle değerlendiriyor: “İbrahim Baştuğ, özellikle geleneksel şiirimizin ses, kurgu, mecaz öğelerinden, öykünmeci olmaksızın başarıyla yararlanıyor. Bizden sonraki kuşaklardan, bazı şiirleri en sevdiğim şairler arasında yer alan bir şairimizdir.”
Bugüne dek altı şiir kitabı yayımlanan İbrahim Baştuğ'un, bütün kitaplarıyla Tekin Yayınevi'ne geçtiği duyuruldu. Yayınevi, geçtiğimiz mayıs ayında şairin son kitabı Üç Artı Sonsuz'un yanı sıra Çalınmış Kuyuları Babil'in ve İpteki Kareler adlı iki kitabını daha yeniden okurla buluşturdu.
Yeni şiir kitabı Üç Artı Sonsuz 'u 2013 Haziran'ında yaşanan Gezi Direnişi'ne adıyor İbrahim Baştuğ: “Çocukken düşenlere/ Kalbinde o kederle yürüyenlere/ Gezi'ye” ithafıyla başlayan kitapta Gezi'yi konu alan üç şiir var.